Doğu Roma’dan 1700 yıllık hipodroma, 1500 yıllık Ayasofya’ya ve mavi çinileriyle bilinen Sultanahmet’e ev sahipliği yapan bu bölge hem tarihi hem de yemek kültürüyle etkileyici bir rota.
500 yıllık Kapalıçarşı, Osmanlı hanedanlığının Topkapı Sarayı, yer altındaki sarnıçları, kiliseleri ile görülecek sayısız yer olan şehrin tarihi yarımadasında onlarca tarihi lokanta, ayak üstü lezzetler sunan büfe, şık restoran ve mahalle meyhaneleri var.
Restoran ve meyhaneler
Tatlı, Fırın & Pastaneler:
Kahve:
Kahvaltı:
Önemli Yapılar & Gezilecek Yerler:
Çarşı ve Hanlar:
İstanbul’un en renkli bölgelerinden biri hiç şüphesiz Ermeniler ve Rumların Türklerle yüzyıllarca birlikte yaşadıkları Kumkapı mahallesi.
İstanbul Ermeni Patrikhanesi’ne 17. yüzyıldan beri ev sahipliği yapan bu semtte pek çok yıkılmaya yüz tutmuş Rum evi ve Osmanlı mimarisinin narin örnekleri bulunuyor. Ermenilerin yoğunlukla yaşadığı bu mahallede bu kültürün izlerini her yerde görmek mümkün.
Çevrede çok sayıda Rum ve Ermeni kilisesi de var.
Bizim ilgimizi çekenlerden biri Aya Kiryaki Rum Kilisesi oldu. Kilisenin tarihi 16. yüzyıla kadar gidiyor fakat en son defalarca yandıktan sonra 1894’te ünlü Rum mimar Periklis Fotiatis tarafından yeniden inşa edilmiş. Giriş tarafındaki salkımlı kabartma betimlemeler bir hayli ilgi çekici. Kilise Azize Kriaki’ye adanmış. Kiliseye bugünlerde ise daha çok göçmenler yani Ukraynalılar, Romenler ve Gürcüler rağbet ediyor.
Biamag’teki bir makaleye göre, Rumca ismi Kondoskali olan bu bölgenin isminin Kumkapı olmasının nedeni de şu: “lodos çıktığında Marmara denizinden kum taneciklerinin Kondoskali sahillerine yığılması sebebiyle, Kumkapı (Pili Psammu) gene o dönemlerde de bahsi geçen bir diğer isim olur.”
Kumkapı’nın yüzyıllar boyunca meyhaneleri ünlü olmuştur ve Evliya Çelebi bile bu bölgedeki deniz ürünlerinin fazlalığından ve çeşitliliğinden seyahatnamesinde bahseder.
Bugün geçmişteki çok kültürlülüğü göçmenlerin de yoğunluğu ile oldukça etkilenmiş durumda. Semtte meyhaneler ve balık lokantaları ünlü olmayı sürdürüyor.
•Kahvaltı için İstanbul’da en sevdiğimiz mekanlardan biri kaymağı ve basit kahvaltısı ile Boris’in Yeri,
•Eğer evinize kaymak almak isterseniz bir dükkan önerisi: Özdemirler Süt & Süt Ürünleri
•Bölgede pek çok Özbek aile yaşıyor, mahallenin Özbek Taomlari Lazzat adında bir fırını da var. Eğer Özbek tandır ekmeği denemek isterseniz uğrayabilirsiniz.
Rotamız 1890 yılında açılan ve Avrupa’yı Asya’ya bağlayan Orient Express tren hattının son durağı olan sirkeci garından başlıyor. Neo-klasik mimarisi ve gösterişli cephesiyle önündeki kaotik meydana rağmen hala etkileyici bir gar yapısı.
Burada tarihi bir hamam olan Hocapaşa’nın hemen üzerindeki pasajda iyi yemekler sunan mekanlar mevcut. Konya’nın fırın kebabı, etli ekmeği ve fıstıklı sac arası tatlısı için Güvenç Konyalı, cağ kebap için Şehzade ve köfte için Namlı Rumeli Köftecisi bu sokaktaki favori adreslerimiz.
Yolun karşısında ise Büyük Postane Caddesinden ilerleyip sırasıyla PTT Binası, Vlora Han, Germanya Han, Sadıkiye Han ve Vakıf Han sokak üzerindeki diğer tarihi yapılar görülmeli. Hemen alt sokağında (Bankacılar Sk.) ise Türkiye İş Bankası Müzesi bulunuyor. Bu taraflarda sevdiğimiz bir lezzet durağı da Kavurmacı Goze. Mütevazı ve küçük bir lokanta, kendi yağı ve suyu ile pişirlen kavurması oldukça lezzetli. Artık her yerde şubesi olsa da Hafız Mustafa’da bir tatlı molası verebilir, Coffeetopia’da demleme kahveler tadabilir ya da Ali Muhiddin Hacı Bekir’de şekerleme alışverişi yapabilirsiniz.
Yüzyıllardır ticaretin merkezi olan bu semtte hanların avlulara açılan pasajlarında kaybolmak, dükkanların vitrinlerini seyretmek, sohbetlere dahil olmak pek keyifli. Her handa her sokakta farklı bir ihtiyaca yönelik dükkanlar öbekleşmiş. İhtiyacınız olmayan şeyler alıp çıkmanız da garanti 🙂 Bu çevrede sevdiğimiz hanlardan biri de ortasındaki boşluğa salınan bitkileriyle bizi etkileyen Diri Han.
Baharat kokularını takip ederseniz yolunuz elbet Mısır Çarşısına düşüyor. 1660 yılında Köprülü Mehmet Paşa tarafından yaptırılan çarşı hem turist hem de İstanbulluların uğrak noktası. Burada hikayesine, seramiklerine ve yemeklerine bayıldığımız bir restoran da var. Daha önce de bahsettiğimiz Pandeli.
Kahve alışverişi için çarşının diğer kapısından çıkıp Tahtakale’deki İhsan Kurukahvecioğlu Halefleri’ne uğrayabilirsiniz. Hasırcılar Caddesi üzerinde çikolatadan mutfak ekipmanlarına, kutulardan sepetlere tonla şey sizi bekliyor. Burada bir yemek molası vermek isterseniz Rüstem Paşa Camii’nin hemen altında, Köfteci Yaşar’da lezzetli bir köfte yiyebilirsiniz.
Çoğumuzun artık Vefa Bozacısı ile özdeşleştridiği o semt. 1876 yılında açılan bu dükkan, kaynaklara göre boza satmak için açılan ilk dükkan özelliğini taşıyor.. Öncesinde de hali hazırda İstanbul’da tüketilen bir içecek boza. 1870’de İstanbul’a gelen Sadık Ağa, sulu ve ekşi olan bozayı daha yoğun kıvamlı ve hafif ekşi bir şekilde sunuyor ve dükkanı açmadan önce seyyar olarak satışa başlıyor.
Sadık Ağa ve oğlu İbrahim Hakkı Bey yaşanan olumsuzluklara, yangınlara rağmen semtlerini bırakmadan dükkanlarını işletmeye devam ediyorlar. 1933’de Hacı Sadık Bey vefat edince de markanın başına oğlu geçiyor. Soyadı kanunu ile de aile Vefa soyadını alıyor. 1930’larda kentlinin müdavimi olduğu bir lezzete dönüşen Vefa Bozacısı günümüzde hala ününü sürdürüyor.
Burada boza ve salep içmek İstanbulluların, devlet adamlarının, sanatçıların ve turistlerin favori aktivitelerinden biri. Dükkanın tam karşısında başka bir nostaljik dükkan olan Sevda Gazozcusu bulunuyor. İstanbul’un en sevilen pidecilerinden biri olan Karadeniz Pide Salonu Vefa da bu taraftayken uğramanız gereken duraklardan biri.
Vefa, İstanbul’un tarihi semtlerinden biri. Tabii ki cazibesi bozadan ibaret değil. Burada görmeniz gereken en önemli yapılar:
•Vefa Kilisesi, günümüzün Molla Gürani Camii. Bizans döneminden günümüze ulaşan nadir kiliselerden biri olan yapı 12. yy eseri.
•Şeyh Vefa Külliyesi,
•Atıf Efendi Kütüphanesi,
•Ekmekçizade Medresesi,
•Vefa Lisesi,
•İstanbul Manifaturacılar Çarşısı
•Recai Mehmet Efendi Sebili,
•Bulvarın hemen karşısındaki Zeyrek Çinili Hamam,
•Molla Zeyrek Camii,
•Bozdoğan Kemeri
1960’da bir mimarlık yarışması ile Doğan Tekeli, Sami Sisa ve Metin Hepgüler tarafından tasarlanan İMÇ de Vefa ile Atatürk Bulvar’ı arasında yer alan önemli bir yapı. Türkiye’nin ilk modern iş merkezlerinden biridir. Avlulardan oluşan yapısı, farklı kotların geniş teras açıklıklarından birbiriyle olan ilişkisi ve bloklardan oluşmasına rağmen zemin ve çevreyle olan uyum açısından etkileyicidir. Türk mimarlık tarihinde önemli bir ilham kaynağı olmuştur. Çarşıda Kuzgun Acar, Füreya Koral ve Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi sanatçıların işlerine yer verilmiştir.
Kapalıçarşı civarında iyi yemekler sunan 9 mekan önerisi:
– Aslan Restaurant: Burası son 1 ay içerisinde bölgede en mutlu ayrıldığımız mekanlardan biri. Nuruosmaniye’de eski bir esnaf lokantası, asla sıkıcı olmayan klasik yemekler var. Öğlen saatlerinde çok geç kalmadan gidin, döneri de başarılıydı.
– Şeyhmuz Kebap: Çevrede sevdiğimiz ve kebabı zırhta çeken kebapçılardan biri. Turistlerin de keşfettiği bir yer. Mardin kebabı ve mardin usulü etli ekmek deneyebilirsiniz. Biraz kuru ama lezzetli.
– Köfteci Mustafa: Çarşının arka sokaklarından birinde gizlenmiş ama popüler bir mekan daha. Asla kuru olmayan lezzetli bir köfte, pirzola ve kuzu şiş deneyebilirsiniz. Mercan Camii Çıkmazında.
– Dönerci Şahin Usta: Nuruosmaniye’nin hemen arkasında çarşıya doğru giderken eğer önünde sıra görmeye başladıysanız, geç kaldınız. 11-12 arası daha sakin oluyor, popüler ama lezzetli bir döner.
– Kilisli Kebapçı Ali Usta: Çarşınıb içindeki esnafın sevdiği kebapçılardan biri. Kilis tavası, kuşbaşı eti ile öne çıkan bir kebapçı.
– Fahri Usta: Burayı bulmak için biraz fazla dolanmanız gerekebilir, direkt güvenlikten tarif alabilirsiniz çünkü çok dar bir geçitten gidiliyor. Az çeşit yemek çıkaran ufak bir esnaf lokantası. Köfte, kuru fasulyesi başarılıydı. Yürek ve ciğer de yapıyormuş.
– Dürüm Büfe: Kapalıçarşı rotalarını oluştururken bölgedeki esnaftan gelen bir öneri de burası oldu. Pek turistlerin geldiği bir dükkan değil ama sirkülasyon fazla. Sadece döner sunuyorlar, oldukça yağlı ve lezzetli.
– Bena Dondurmaları: Küçücük bir dükkan. Az ve öz çeşitte dondurmaları ve birkaç çeşit tatlı sunuyorlar. Çevrede baklava dışında tatlı bir şeyler için uğrayabileceğiniz iyi yerlerden. 1 top dondurma 20₺ yani oldukça uygun fiyatlı.
– Day Day Pastanesi: Ünü Kapalıçarşı ile sınırlı kalmamış bir pastane. Kapısından kuyruk eksik olmuyor, az çeşitte ürünleri var. Elmalı kurabiyesi çok şekerli değil, biz sevdik. Tahinlisi de çok meşhur henüz deneyemedik.
300 yıldır varlığını koruyan nadir hamamlardan biri Cağaloğlu Hamamı. Tarihi yarımadada eşsiz bir lokasyonda bulunan hamamın iki kubbesi arasında kalan avluda ise Lokanta 1741 bulunuyor.
Restoranın menüsü, yüzyıllardır bu topraklarda beraber yaşayan halkların yeme-içme alışkanlıklarından yola çıkarak oluşturulmuş. Geleneksel ve yenilikçi pişirme tekniklerini barındıran bir menüleri var, yakın zamanda güncellenmiş. Hem à la carte hem de tadım menüsü sunuyorlar. Tarihi hamamın avlusunda, bu lezzetli yemeklere Osmanlı’dan ilham aldıkları kokteyller ve iyi bir şarap seçkisi eşlik ediyor. Restoranın şaraplarını görebileceğiniz bir mahzeni de bulunuyor, burada zaman zaman tadımlar da yapılabiliyormuş. Yenilenen menüden denediğimiz lezzetler ise şöyleydi:
→Zeytinyağlı Yanık Fasulye
→Cunda Ezme
→Balkabaklı Ekşi Maya Pide
→Uykuluklu Çift Pişim Kokoreç
→Şişte Antrikot
→Piruhi
Ispanak ve hellim dolgulu Kıbrıs mantısı olan Piruhi yemekler arasında favorimiz oldu. İsli yoğurt ve cevizli domates sosu ile servis ediliyor. Balkabaklı ekşi maya pide ve kokoreç de çok başarılıydı.
Rezervasyon yaptırmanızı öneririz, özellikle üst kısımdaki terasta oturmak çok keyifli. Menü ve detaylar restoranın sayfasında mevcut.
Hamam kısmını deneyimlemedik ama tarihi yarımadada bir hamam tecrübesi yaşamak isteyenler için ilk akla gelecek yerlerden biridir herhalde.
“Güzel gül, sevdiği toprakta bitermiş…”
– Pandeli Çobanoğlu…
1901’de bu topraklara ait lezzetleri sergilemek üzere bir restoran açıyor Rum kökenli Pandeli Usta. İlk olarak Mısır Çarşısı’nda değil, Çukur Han’ın merdiven altında. Köfte ve piyaz satarak başlıyor. Daha sonra Yağcılar İskelesi’nde 1926’da bir dükkan ve İstanbul’da çok meşhur oluyor. Bu lokantası 1955’te 6-7 Eylül olaylarında yağmalanıyor ve daha sonra valilik emriyle Leblebi Mehmed’e ait olan ‘Mısır Çarşısı Lokantası’ Pandeli’ye veriliyor.
Pandeli’nin başarı sırlarından biri Pandeli Usta’nın vasiyetine dayanıyor, sistemleri dışarıdan eleman almak yerine içeride yetiştirmek. Sadece eleman ile bitmiyor tabii. Pandeli Usta’nın toprağa ve mahsüle verdiği önem, kendisine gelen bir iş teklifine verdiği yanıt ile daha iyi anlaşılıyor.
‘’Bir gün Amerikalı bir zengin müşteri yemeklerini çok beğenip bir iş teklif ettiğinde “Teşekkür ederim ama söyleyin beyefendiye, gerekli malzemeyi nereden bulacağız?” diye sormuş. “Uçakla getirtirim” diyen işadamına son sözü ise şu olmuş: “Uçakla getirilen sebzelerle yemek yapılır mı? Her sabah kasaptan eti, balıkçıdan balığı, halden sebze ve meyveleri kendi ellerimle seçiyorum. Onların nerelerden getirildiğini biliyorum. Güzel gül, sevdiği toprakta biter.” Sonra da bu görüşmeye aracılık eden dostu Şakir Eczacıbaşı’na dönerek “Bu işadamları aşçılığı anlamıyorlar, parayı verince yapılır sanıyorlar” demişti.’’ (Kaynak: yuzyillikhikayeler.com)
Pandeli Çobanoğlu, 1967 yılında vefat etse de yarattığı marka hala yaşamaya devam ediyor. Oğlu Hristo da bir süre Atina’da aynı isimde bir restoran işletiyor. Mustafa Kemal Atatürk’ten Hollywood yıldızlarına kadar birçok ünlü ismi ağırlayan Pandeli Lokantası, İstanbul’un tarihi restoranlarından biri.
Bizim için ise Mısır Çarşısı’ndaki dükkanlarda baharat kokuları eşliğinde alışverişler tamamlandıktan sonra keyifli bir öğle yemeği durağı..
Sabahattin Bey aslen Girit göçmeni olan Hüseyin Korkmaz’ın oğlu. Hüseyin Bey, 1945 yılında Mudanya’dan İstanbul’a göçüyor ve Ahırkapı’da köfte ekmek ve piyaz sattığı Korkmaz Lokantasını açıyor. Daha sonra dükkanı devralan oğlu Sabahattin ise tutkusu olan balıkçılığa yöneliyor ve menüden köfteyi çıkarıyor. O günden beri bir aile işletmesi olarak devam ediyor. (Kaynak: 100 Tarihi Lokanta)
Balıkçı Sabahattin’in en meşhur lezzetleri fener kavurma ve midyeli pilav. Gittiğiniz sezona göre değişmekle beraber farklı lezzetler deneyebilirsiniz.
Domatesli soğanlı salatası ve mezeleri başarılı, midyeli pilavı gerçekten çok lezzetli. Son ziyaretimizde bir değişiklik yapıp burada da buğulama denedik. İstanbul’da en sevdiğimiz buğulama Balat Sahil Restoran’da ancak buranınki de başarılıydı.
Tarihi yarımadada balık yemek için gidebileceğiniz bizce en iyi restoranlardan biri.
Yerli ve yabancı birçok rehberde yer almış, pek de gizli kaldığını söyleyemeyiz. Michelin rehberinde Boğazda birçok balıkçı tavsiye listesinde yer alırken bizce gözden kaçan ve listede olmayı hakeden yerlerden biri de burasıydı.
Mekanla ilgili tek olumsuz durum kışın üzeri kapalı alanda sigara içiliyor olması. Bu da ne yazık ki çoğu meyhane ve balık restoranında karşılaştığımız bir durum.
Dört kişi alkolü çıkarınca salata&mezeler, tekir, levrek buğulama ve tatlı için 3900₺ (2024) ödemişiz, bu lezzetler için bizce iyi bir hesap. Rezervasyon yaptırmanız iyi olur. Kaydetmeyi unutmayın.
Michelin rehberinde ‘Bib Gourmand’ olarak tavsiye edilen sayılı meyhanelerden biri: Giritli Restoran
Bu toprakların mutfağını aslında anlatmak istesek yemek kültüründe önemli bir karşılık bulur meyhaneler. Ancak bu bizim bildiğimiz bir kültürel zenginlik, uluslararası düzlemde ne kadar bilindiği ise tartışmalı. Ülke olarak mutfağımız yurt dışında daha çok kebap ve ocakbaşı ile kısıtlı kalırken bölge bölge ne kadar çeşitli olduğu, çok kültürlü yapısı pek de bilinmiyor. Örnek vermek gerekirse dünyanın herhangi bir yerinde Ege mutfağı ile öne çıkan iyi bir Türk restoranı göstermek zor.
Michelin 2024 listesi açıklandığında en çok eleştirilen konulardan biri çok az meyhane listelenmesiydi. Belki tek sebebi değil ama yukarıdaki ayrımın bu sonucu doğuran etkenlerden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Giritli Restoran ise Bib Gourmand ödülünü tam anlamıyla hak ettiğini düşündüğümüz bir işletme. Eski İstanbul’un Cankurtaran semtinde bir köşk ve önündeki avluda, mor salkımların altına dizilmiş masalarda, keyifli bir müzik eşliğinde ve oldukça da erişilebilir fiyatlara lezzetli mezeler tattığınız bir mekan.
Mahalle meyhanesi olarak görüyoruz çünkü müdavimlerin geldiği, yazın bahçede düğünlerin yapıldığı samimi bir restoran burası. Burada yapılan düğünler ise Ege’nin sahil kentlerinde sokaklarda yapılan coşkulu düğünleri anımsatıyor bize.
Tavsiye listelerine girdiğinden beri yer bulmak daha zor. Hafta içi günler daha sakin olabiliyor. Belli günler sadece tadım menüsü sunuluyor. Tadım menüsü 18 çeşit meze, ara sıcaklar ve günün balığından oluşuyor. Kırmızı et veya vegan/vejetaryan seçenekler mevcut. Tadım menüsü yanılmıyorsak 1350₺ (2024) idi. Tattıklarımız arasından favorilerimiz:
•Deniz Mahsüllü Pilav
•Köpoğlu
•Asma Yaprağında Sardalya
•Çıtır Kabak
•Balık Pastırma
Özellikle İstanbul’daki meyhane kültürünü incelediğimizde Rum ve Ermenilerin izleriyle kullanılan tariflerde, geleneklerde karşılaşıyoruz. Mikro-milliyetçi bakış açısını geride bırakıp uzun bir dönem bu topraklarda beraber yaşamış, beraber yemekler pişirmiş, birbirinden öğrenmiş toplumlar olduğumuzu kabul ederek bu zenginliği sahiplenmemiz ve daha iyi tanıtmamız gerek.