Dün akşam, bu senenin ilk yıldızlı yemeği için uzun bir süredir merak ettiğimiz ve Türkiye’deki tek iki yıldızlı restoran olan TURK’ü ziyaret ettik.
Daha önce Fatih Tutak imzası taşıyan Karaköy’deki Gallada’dan etkileyici bir deneyim ile ayrıldığımız için, şefin kendi restoranına olan merakımız da artmıştı.
Bomonti’de bulunan TURK’te sadece tadım menüsü servis ediliyor. Merak edilen konu, Avrupa’daki üç yıldızlı restoranlarla aynı fiyata sunulan bu tadım menüsü ve genel olarak deneyimin ödediğiniz paranın karşılığını verip vermediği. Tüm yazıyı okumadan bizim fikrimizi merak edenler, doğrudan yazının sonundaki kısa özete geçebilir.
Michelin rehberi, tahmin edilenin aksine, yemeklerin lezzetinden çok şefin kişiliği, mutfak becerileri, malzeme kalitesi ve servis deneyimi gibi unsurları göz önünde bulunduruyor. Lezzetin göreceli olması burada önemli bir neden; o yüzden Michelin yıldızı alan restoranlara giderken kusursuz bir servis deneyimi beklemek bizce makul bir beklenti, ancak yediğiniz yemekler muhtemelen hayatınızda yediğiniz en iyi yemekler olmayacaktır.
Şef Fatih Tutak’ın uzun yıllar Asya mutfaklarında tecrübesi bulunuyor. Özellikle Gallada’da kullandığı hikâye anlatıcılığı ve teknikler de bunu gösteriyor.
TURK’e, sanıyorum, artık ağırlıklı olarak yabancı müşteriler geliyor. Bunu, bizi karşılayan neredeyse herkesin ilk olarak İngilizceyi tercih etmesinden ve aldığımız cevaplarla doğrulayabiliyoruz.
Restorandaki yemek deneyimi üç aşamadan oluşuyor. İlk olarak, restoranın girişindeki alçak masalarda ikramlar geliyor: tavuk çorbası, midye dolma, wagyu çiğ köfte ve turşu suyu. Burada midye dolma dışında tattıklarımızın hepsini özenli ve lezzetli bulduk. Midye dolmanın kabukları enteresan olsa da lezzetin, sunumun gerisinde olduğu bir tabaktı.
Mutfakta kullanılan neredeyse tüm malzemeler Türkiye’nin farklı bölgelerinden tedarik ediliyor. Bu çeşitlilik ve iyi malzemenin tabaklara yansıması başarılı. Bu seviyedeki bir restoranda özenle seçilmiş malzemenin sadece lafta kalmaması gerekirdi zaten.
Girişte birer kadeh şarap ve kokteyl aldıktan sonra restoranın ana salonuna geçiyoruz. Restoranın bu bölümü, özellikle Gault&Millau dekorasyon ödüllü bir restoran için, dekorasyon bakımından beklediğimiz kadar etkileyici değildi. Kullanılan seramikler ve özel olarak elde yaptırılan Tüfekçi Karadayı bıçakları en özel bulduğumuz ve beğendiğimiz detaylar oldu. Bazı detaylar bu şekilde düşünülmüş hissettirse de tercih edilen sandalyelerin rahatsızlığı, barın çok geniş olup şeflerin tabakları anlatırken bize ulaşmak için neredeyse tezgahın üzerine uzanmak durumunda kalmaları, bazı tabakların sunumunun masadaki misafirler için düşünülmüş ancak barda oturanlar için yeniden tasarlanmamış olması şaşırtıcıydı.
Biz, özellikle kalabalık değilsek, şef restoranlarında mutfağı izleyebildiğimiz ve chef’s table olarak adlandırılan barlarda oturmayı tercih ediyoruz. TURK’te bar deneyimini biraz zayıf bulduğumuzu söylememiz gerek.
Genel olarak servis bizce yıldızlı bir restoran deneyiminden çok uzaktı. Özellikle açılan köpüklü şarabın patlaması sonucu başımızdan aşağıya ıslanmamız gerçekten şok edici bir başlangıç oldu. Bir-iki defa özür dilenmesi dışında, konunun pek önemsendiğini de hissetmediğimiz için gülüp geçmek durumunda kaldık.
Act 2 olarak adlandırılan bu bölümde, başımızdan aşağıya şarap dökülmesi sonrası :), 8 tabaktan oluşan tadım menüsüne geçtik. İlk olarak, Istranca ormanlarından beyaz trüf ile servis edilen mısır unlu yumurta geldi. Bu benim sevdiğim bir başlangıç oldu.
“Osetra havyarı, incir çekirdekleri ve yuzu ile lezzetlendirilmiş boğazdan palamut”, neredeyse sadece yer elmasından yapılan ve pastırma kreması ile servis edilen “yer elması börek”, “kıvırcık kuzu pirzola” ve şefin imza tabaklarından biri; 40 gün dinlendirilmiş düve etiyle hazırlanan “annemin mantısı” lezzetli ve etkileyici tabaklardı.
En zayıf bulduğum tabak, Sinop’tan gelen ve dry-age dolabında dinlendirilen kalkan oldu. Her ne kadar kalkan çok iyi pişirilmiş olsa da, beraberinde servis edilen patates çok lezzetsizdi.
Bu bölümdeki son tabağımız ise tatlıydı. Şef, yapay zekayı kullanarak bir tatlı tabağı tasarlatmış (şaka değil). Işıklı buzdan bir tabak üzerinde, dondurma formunda antep fıstıklı kadayıf yorumu bir tatlı servis ediliyor. Katman katman gelen bu tatlının özellikle dondurma karamelini sevdik, ancak sunumun öne geçtiği sıkıcı bir tatlıydı; bana hitap etmedi.
Act 3 için mutfak ziyaretine davet ediliyorsunuz. Belki de misafirlerin en merak ettiği yerlerden biri bu olabilir. Mutfak ekibi diğer masaların tabaklarını hazırlarken şeflerden biri size istasyonları tanıtıyor. Zaten daha önce mutfakta çalıştığım için, benim adıma çok da etkileyici bir bölüm olmadı ama eminim daha önce böyle bir mutfakta çalışmamış kişiler için heyecan vericidir. Burada likör, taş kadayıf, kestane çikolata ve dondurma ikramı yapıldıktan sonra deneyiminiz sonlanıyor.
Kısa özet ve sonuç:
Buraya gelmeden önce bilmekte fayda var ki, muhtemelen Türkiye’de yediğiniz en lezzetli yemekleri burada yemeyeceksiniz. Lezzet zaten kişiden kişiye değişir, görecelidir. Michelin rehberinin ve yıldızlarının da iddiası zaten bu doğrultuda değil. Bazı tabakları lezzetli bulsak da bizce Türkiye’de yıldızlı restoranlar arasında buradan daha iyi bulduğumuz restoranlar var. Hatta şefin imzasını taşıyan bir diğer restoran Gallada da bana kalırsa buradan daha iyi bir deneyim sunuyor.
Bizim için gecenin en hayal kırıklığı yaratan olayı tabii ki köpüklü şarabın patlayıp üzerimize dökülmesi oldu. Üstelik ideal bir sıcaklıkta olmaması ve patlayan şişenin yine de servis edilmesi üzücü. Bu seviyede bir restoranda, bence, bu hata kabul edilebilir değil. Geneli ve servis deneyimini düşününce, ne yazık ki TURK, ödediğiniz paranın karşılığını alamadığınız bir restoran oldu bizim için.