Londra Restoran Tavsiyeleri

Londra, yalnızca klasik bir dünya başkenti değil; aynı zamanda dünya mutfağının en yaratıcı ve canlı sahnelerinden birine ev sahipliği yapıyor. Bu yazıda, şehrin yıldızlı fine dining restoranlarından mahalle arasına gizlenmiş küçük restoranlara, köklü mutfaklardan çağdaş Orta Doğu ve Akdeniz tatlarına uzanan geniş bir lezzet yolculuğuna çıkıyoruz.
Michelin yıldızlı sofralar, modern ocakbaşı deneyimleri, zero-waste restoranlar ve şehrin ruhunu karakteristik mekanları…

Londra’da en sevdiğimiz fırınlar ve kahvaltı mekanlarına göz atmak isterseniz önceki blog yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.

BRAT

Shoreditch’in canlı sokaklarında bir Bask mutfağı: BRAT. Odun ateşiyle pişen etkileyici ve yalın lezzetleriyle, bir yıldızlı bu restoran ününü fazlasıyla hak ediyor.
Öğle yemeğimizde, karamelize soğanlı ızgara pitaları ile başladık — fazlasıyla tatmin edici bir başlangıç. Yabani sarımsakla ‘cockles’ ve mevsiminde yabani mantarlar ile devam ettik. Burada malzemeler ön planda ve menü mevsime göre sık sık değişiyor.

Kaburga ise yumuşacıktı ve harika bir is aromasına sahipti. Mekanın ve Bask bölgesinin spesiyali kalkanı deneyemesek de, tütsülenmiş ördek mükemmeldi — yumuşak, katmanlı ve ustalıkla tütsülenmişti. Yanında servis edilen şekerlenmiş Cedro limonu, ciğer parfait ve ‘sherry’ sirkesiyle lezzetlendirdikleri odun fırınında kavrulmuş radicchio mükemmel eşlikçilerdi.

San Sebastian cheesecake hayranı olduğumuz bir tatlı değil ama burada çok önerildiği için denemek istedik — bu da kusursuzdu. Bahar aylarında olduğumız için rhubarb dokunuşu da hoştu.

İki kişi için yaklaşık £145 ödedik — fazlasıyla hak ettiğini söyleyebiliriz.

Bask mutfağını ve odun ateşinde pişen lezzetleri seviyorsanız, BRAT mutlaka listenizde olmalı.


Adres: First Floor, 4 Redchurch St, E1 6JL
Menü ve rezervasyon: bratrestaurant.co.uk

LYLE’S LONDON

Shoreditch’in kalbinde, modern Britanya mutfağının en zarif örneklerini sunan bir yıldızlı restoran: Lyle’s. 2015’ten bu yana Michelin yıldızına sahip olan Lyle’s, sade ama sofistike bir yaklaşımla, doğallığı ön plana çıkarıyor.

Öğle servisi boyunca, beyaz ve ferah atmosferinde iki veya üç aşamalı bir set menü sunuyorlar. (Öğle menüsü: İki tabak £39, üç tabak £49) Menü dışından da seçebileceğiniz bazı tabaklar düşünülmüş.
Biz başlangıç olarak menüdeki adıyla fried squid tentacles yani bir tür kızarmış kalamar tercih ettik — çıtır çıtır pişirilmiş kalamar kollarının, yanında sunulan karabiberli mayonez ile uyumu mükemmeldi. Yemek boyunca harika lezzetli bir tereyağ ve ekşi maya ekmek servisi vardı. Ekmekler Lyle’s mutfağında çalışmış bir şefin açtığı Quince Bakery’den geliyor. Orası da şehirde sevdiğimiz fırınlar arasında yer alıyor.
Ardından tereyağlı cider ile soslanmış ızgara midye ve
 Marinda domatesleri ile ızgara sardalya (grilled sardines & Marinda tomatoes) geldi. Marinda, Sicilya kökenli özel bir tür kış domatesi; kalın kabuklu, hafif ekşi ve yoğun aromalı yapısıyla tabakta oldukça öne çıkıyordu.
Ana yemek olarak ise restoranın imza tabaklarından biri olan Suffolk kuzu crumpet, yabani hardal otu ve sos eşliğinde (Suffolk mutton crumpet, brassicas & green sauce) denedik. Zengin ve dengeli aromalarıyla sofranın yıldızıydı.

Tatlı olarak ise, iki seçenekten daha az tatlı ve daha ferah olduğunu düşündüğümüz tabağı yani choux hamuru içinde servis edilen rezene ve greyfurt sorbeyi tercih ettik — ferah, alışılmadık ve tam yerinde bir finaldi.

İki kişi, birer kadeh içki ve servis ücretiyle birlikte toplamda yaklaşık olarak £120 gibi bir hesap ödedik — Lyle’s gibi bir restoran deneyimi için fazlasıyla değer.

Şef James Lowe’un mevsimsel yaklaşımı ve yerel üreticilerle kurduğu güçlü bağ, Lyle’s’ı sadece bir yemek deneyimi değil, yılın mutfak ritmini izleyen özel bir yolculuğa dönüştürüyor.
Minimalist tasarımı, doğal ışıkla dolu salonu ve aşırıya kaçmadan derinlik sunan tabaklarıyla mekanın ruhu yemeğe birebir yansıyor. Modern Britanya mutfağını yalın ve etkileyici bir şekilde deneyimlemek istiyorsanız, Lyle’s mutlaka listenizde olmalı.

Tea Building, 56 Shoreditch High St, London E1 6JJ, Birleşik Krallık
Menü & Çalışma Saatleri: lyleslondon.com

BERENJAK

Soho’da ve Borough Market’te iki şubesi bulunan, İran mutfağının Londra’daki en etkileyici temsilcilerinden biri: Berenjak.
Michelin rehberinde Bib Gourmand ödülüyle de taçlandırılan Berenjak, Tahran’daki geleneksel küçük “kabab” evlerinden ilham alarak tasarlanmış. Açık mutfak, tandır fırını ve mangal barbeküsü etrafında hayat bulan restoran, samimi ve canlı bir atmosfer sunuyor.
Londra’da en çok merak ettiğimiz restoranlardan biriydi ve yer bulmak oldukça zor oldu. Tavsiyemiz, mutlaka önceden rezervasyon yaptırmanız; hatta web sitelerinde iptal olduğunda haber veren bir alarm sistemleri bile var — biz de bu şekilde yer bulabildik.
İran mutfağını yerinde deneyimlemedik belki, ama dünyanın farklı yerlerinde İran yemeklerini tatma fırsatımız olmuştu. Berenjak, yediğimiz en iyi İran restoranlarından biri oldu.
Özellikle kebaplar Anadolu usulü kebaplardan farklı tekniklerle hazırlanıyor: İran kebaplarında etler genellikle daha ince çekiliyor, baharatlar daha narin kullanılıyor, pişirme yöntemi daha düşük ısıda ve yağlı değil daha kuru bir dokuya sahip oluyor. Bu nedenle bazı Türk ziyaretçilerin damak alışkanlıklarına göre farklı gelmesi şaşırtıcı değil.
Öğlen saatlerinde tercih ettiğimiz Lunch Menu kişi başı £35 idi. Konsept paylaşımlı: Ekmeğinizi, mezenizi, kebabınızı ve pilavınızı seçiyorsunuz, tüm tabaklar ortaya geliyor.
Başlangıçta sıcak tandır fırınından çıkan yumuşacık ekmekler geldi. Yanında siyah nohut humusu (black chickpea hummus) ve patlıcanlı kashk-e-bademjoon söyledik.
Ana yemek olarak iki çeşit kebap tercih ettik:
* Koobideh kabab: İran mutfağına özgü, ince kıyılmış dana etiyle hazırlanan, yumuşak ve aromatik bir kebap.
* Jujeh kabab: Safran ve limonla marine edilmiş tavuk şiş — özellikle tavuk şiş olağanüstü lezzetliydi; hafif tütsülenmiş, sulu ve aromatik.
Eşlikçi olarak safranlı pilav (saffron rice) ve Shirazi salatası (salad shirazi) da servis edildi — her şey taze ve dengeliydi.
İki kişi, birer kadeh içki ve servis ücreti dahil toplamda sadece £92 ödedik.
A la carte menüleri de mevcut ancak bizce ilk defa gelenler için bu set menü hem çeşitlilik hem fiyat-performans açısından mükemmel bir seçim.
Şef Kian Samyani, Berenjak’ı kurarken çocukluk anılarındaki ev yemeklerini Londra’ya taşımayı amaçlamış. Geleneksel İran mutfağının ruhunu, mevsimsel Britanya ürünleriyle buluşturduğu bu sıcak ortamda, masada dostlarınızla omuz omuza oturup paylaşarak yemek yemenin keyfini yaşıyorsunuz.
Londra’da İran mutfağını otantik ve etkileyici bir şekilde deneyimlemek istiyorsanız, Berenjak mutlaka listenizde olmalı.

Berenjak Soho: 27 Romilly Street, London
 Berenjak Borough: 1 Bedale Street, London

Menü ve Rezervasyon: berenjaklondon.com

ST.JOHN

St. JOHN London – Geleneksel Britanya mutfağının en sade ve en güçlü hali.
1994 yılında, Fergus Henderson ve Trevor Gulliver’ın ortaklığıyla Smithfield Market’ın hemen köşesinde açılan St. JOHN, “nose-to-tail” (başından kuyruğuna) yemek felsefesinin öncüsü olarak Londra gastronomi sahnesinde adeta bir kült hâline geldi.
Burada israf yok: her parça kullanılıyor ve her tabak kendine has bir saygıyla hazırlanıyor. Fergus’un “Nose to Tail Eating” kitabı bile, bu yaklaşımın ne kadar ciddi bir şekilde benimsendiğinin bir göstergesi.
Atmosfer minimalist: beyaz duvarlar, sade masa örtüleri ve hiçbir abartı yok. Tüm ihtişam sadece yemekte saklı.
Buraya geldiğinizde aşırı bir servis gösterisi ya da klasik bir Michelin restoranı şıklığı beklemeyin — St. JOHN’un büyüsü tam olarak bu doğallıktan geliyor.
Ancak çalışanlar biraz “cool” hatta kimi zaman mesafeli bir tavır sergileyebiliyor; bu da restoranın karakterinin bir parçası gibi.
Burada sipariş verdiğimiz bazı tabaklar:
* Roasted Bone Marrow: Anthony Bourdain’ın da “son yemeğim” dediği bu tabak, gerçekten beklentiyi karşılıyor. İpeksi kıvamda kemik iliği, yanında gelen kızarmış ekmek ve tuz ile tam bir uyum içinde.
* Crispy Pig’s Skin & Ketchup
* Purple Sprouting Broccoli
* Rabbit Saddle
* Braised Mutton
* Madeleines & Twice Baked Chocolate Cake: Sipariş verildiği anda pişiriliyor ve sıcak sıcak, fırından yeni çıkmış şekilde geliyorlar. Hafif limon aromasıyla mükemmel bir son. Tatlı olarak personelin önerisi üzerine denediğimiz twice baked chocolate cake de oldukça ilginçti. Önce harcın yarısı pişiriliyor sonra pişme süresinin yarısında kalan harç eklenerek tekrar fırına giriyor böylece muazzam bir yumuşak katmanlı kek çıkıyor.
Menü sezonluk ürünlere ve basitliğe dayanıyor.
Örneğin “Patates ve Yeşillikler” her zaman menüde ama kullanılan patates ve yeşillik türleri mevsime göre değişiyor.
Ayrıca burada yemek için tek bir porsiyonla yetinmek zorunda değilsiniz — isteyenler için devasa şişelerde (magnum) şaraplar ve iki kişilik paylaşmalık yemekler de sunuluyor.
Özetle:
* Yemeklerde sadelik ama olağanüstü bir teknik ustalık var.
* Her tabakta “artık” diye nitelendirilebilecek parçaların bile nasıl muazzam lezzetlere dönüştüğünü görmek mümkün.
* Servis soğukkanlı ama işini bilen bir ekip tarafından yürütülüyor. Biraz burunlarından kıl aldırmayan bir halleri var. O yüzden çalışanlardan biri sizi yeteri kadar bilgili bir turist olmadığınız için terslerse şaşırmayın.
* Turistik ama aynı zamanda samimi hissettiren bir yer değil; gerçek bir “Londra klasiği”.
Anthony Bourdain’in de dediği gibi:
”Bu restoran, hayallerimin restoranı.”

Adres: 26 St John St, Barbican, London EC1M 4AY
Rezervasyon & menü: stjohnrestaurant.com

SILO LONDON

Dünyanın ilk sıfır atık restoranı olma iddiasıyla yola çıkan Silo, Hackney Wick’teki The White Building’de, doğallığı ve sürdürülebilirliği merkeze alan çok özel bir deneyim sunuyor.
Şef Douglas McMaster’ın öncülüğünde kurulan Silo, aslında 2011 yılında Avustralya’da sanatçı Joost Bakker’ın “çöp kutusu olmayan restoran” fikriyle doğmuş. Daha sonra Brighton’a taşınan restoran, 2019 yılında Londra’daki bugünkü yerine taşındı.
Ben Silo’yu neredeyse ilk açıldığından beri uzaktan takip edenlerdenim; hatta mutfakta çalıştığım yıllarda iş başvurusu yapacak kadar etkilenmiştim. Yıllar sonra burada yemek yemek, benim için çok özel bir deneyim oldu.
Silo’nun mutfak felsefesi: doğrudan üreticiden alınan malzemelerle, endüstriyel işlemden uzak bir yemek sunmak.
Restoranda kullanılan her şey — un, tereyağı, peynirler, hatta mutfak tezgahı bile — doğadan geliyor ya da geri dönüştürülmüş malzemelerle üretilmiş.
Öğle saatlerinde veya akşam 7’ye kadar kısa bir tadım menüsü sunuluyor. Eğer çok aç değilseniz, bu “short list” menü oldukça yeterli. Menü sık sık mevsime ve ürüne göre değişiyor, dolayısıyla aynı tabaklara ikinci bir ziyarette denk gelmek zor.
Bizim deneyimimizde tattığımız tabaklar:
* Koji quaver, treacle, keçi peyniri
* The siloaf (ev yapımı ekşi maya ekmek) yanında kültüre edilmiş tereyağı ve tütsülenmiş tuz
* Pancar, yogurt ve turşulanmış rhubarb
* Ana yemek olarak:
* Merit mantarı, koji porridge ve electric dairy
* Venison, karamelize krema ve kale .
* Tatlıda:
* Pancar amazake, fesleğen ve elma

Genel olarak malzemenin sınırlarını zorlayan ve deneysel bir mutfak anlayışı vardı.
Bazı tabaklarda tatlar oldukça yoğun ve belirgindi; bazılarında ise lezzet biraz daha silikti. Ancak bütün olarak bakıldığında, sorunsuz bir yemek deneyimi yaşadık.
Servis, detaylar ve mekanın endüstriyel ama sıcak atmosferi gerçekten etkileyiciydi.
Silo, Michelin rehberinden Yeşil Yıldız (Green Star) ödülü almış.
Michelin’in de belirttiği gibi, burada sadece atıksız bir mutfak görmekle kalmıyor, aynı zamanda doğaya saygılı, döngüsel bir gastronomi yaklaşımına da tanıklık ediyorsunuz.
Ev yapımı ‘siloaf’ ekmeği ve ondan hazırlanan ‘siloaf ice cream sandwich’ gibi detaylar bu anlayışın güzel örneklerinden.
Eğer mutfakta doğallığı, sürdürülebilirliği ve biraz da deneysel tatlar peşindeyseniz, Silo Londra’da mutlaka keşfetmeniz gereken yerlerden biri.

Adres: The White Building, 7 Queens Yard, London E9 5EN

Menü ve Rezervasyon: silolondon.com

PLANQUE

Londra’nın Hackney bölgesinde, iki demiryolu kemerinin altında konumlanmış şık ve özgün bir restoran: Planque.
Kendini bir “wine drinkers’ clubhouse” olarak tanımlayan Planque, 2021 yılında Londra’nın gastronomi sahnesine hızlı bir giriş yaptı. Şef Seb Myers liderliğindeki mutfak, modern Britanya mutfağına yaratıcı bir yaklaşım sunuyor. Mekân aynı zamanda bir şarap kulübü olarak işliyor; üyelerine özel şarap saklama alanları, düşük şişe servis ücretleri ve üyelere özel etkinlikler sunuluyor.
Biz Planque’da hafta sonu öğle servisini tercih ettik.
Hafta sonlarına özel sunulan set lunch kişi başı £39 ve dört küçük tabak, bir ana yemek ve bir tatlıdan oluşuyor.
Yemek servisi, ev yapımı ekşi maya ekmeği ve kültüre edilmiş tereyağı ile başladı.
Ardından paylaşım için sunulan küçük tabaklar geldi:
* Fresh curd, Cedro lemon olive oil
* Rabbit terrine
* Endive & fennel salad
Ana yemek olarak iki farklı tabak denedik:
* Grilled pollack & winter tomatoes
* Pork shoulder, spelt & mustard leaves
Tatlı olarak ise menüde Pumpkin seed ice cream & mandarin vardı.
Son derece hafif, ferahlatıcı ve şeker dengesini güzel yakalamış bir kapanış oldu.
Planque’un atmosferi de en az mutfağı kadar özenli: yüksek tavanlı, ferah bir salonda, upuzun bir ortak masa boyunca oturuyor ve açık mutfağı izleyerek yemek yiyorsunuz.
Mekanın tasarımında modernizmle rahatlık arasında güzel bir denge kurulmuş.
Yediğimiz her şey olması gerektiği gibiydi: teknik anlamda kusursuz, temiz ve özenli.
Ancak tabaklarda duygusal bir etki, hafızada kalacak o küçük “vurucu” detaylar biraz eksikti.
Yine de Planque, “acaba bu sefer şef neler yapmış?” diye merakla tekrar gitmek isteyeceğimiz bir restoran oldu.

Planque, Michelin rehberinde yer alıyor ve mutfağında az ama etkili malzeme kullanımıyla, modern Britanya mutfağının rafine bir yorumunu sunuyor.
Şarap listesi de küçük üreticiler ve düşük müdahaleli üretim yapan bağcılara odaklanıyor; bu yönüyle şarap severler için ayrıca cazip.

Adres: 322-324 Acton Mews, London E8 4EA
Menü ve Rezervasyon: planque.co.uk

SMOKESTAK

Shoreditch’in sokaklarına daha yaklaşmadan kokusuyla kendini belli eden, Londra’nın en ünlü barbekü duraklarından biri: Smokestak.
David Carter’ın kurduğu Smokestak, ilk günlerinden itibaren sokak yemekleri sahnesinde uzun kuyruklar oluşturmuş, zamanla sabit bir lokasyona taşınarak adını sağlamlaştırmış bir mekan. Bugün Michelin rehberinde Bib Gourmand ödülüne sahip.
Smokestak’ın formülü basit: usta işi düşük ısıda pişmiş etler, uygun fiyatlar ve canlı bir atmosfer. Daha ne isteyebilirsiniz ki?
Biz öğle yemeğimizde menüden birkaç ikonik tabağı denedik:
* Wood roasted bone marrow, sourdough, parsley + shallot
* Crispy ox cheek, anchovy mayo
* Pulled pork bun, green chilli slaw
* Brisket bun, pickled red chilli
* Beef brisket, mustard barbecue
Başlangıç olarak gelen odun fırınında kavrulmuş ilik ve yanında sunulan ekşi maya ekmeği tam anlamıyla mükemmel bir açılıştı: derin, zengin ve dengeli.
Crispy ox cheek ise çıtır doku ve güçlü aromalı anchovy mayo ile birleşince sofranın yıldızlarından biri oldu.
Ana yemeklere geldiğimizde ise beklentiler fazlasıyla karşılandı:
Pulled pork bun içerisindeki lime ferahlığında hazırlanmış green chilli slaw ile dengelenmişti.
Brisket bun ise tereyağında hazırlanmış brioche ekmek, pickled red chilli ve içindeki 12-15 saat boyunca İngiliz meşesinde tütsülenmiş brisket ile tam bir lezzet bombasıydı.
Tabii ki Smokestak’ta beef brisket yemeden ayrılmak olmazdı.
Düşük ısıda gece boyunca pişirilen brisket, hardallı barbekü sos ile servis ediliyor. Et lif lif ayrılıyor ve her lokmada hafif tütsülenmiş derin bir aroma hissediliyor.
Basit görünümlü, ama teknik ve lezzet açısından oldukça katmanlı bir tabak.
Yemek sonrası tatlı olarak ise deep fried plum tart, gelato denedik.
Dışı çıtır, içi sıcak ve yumuşak olan bu kızarmış erik tartı, yanında gelen soğuk gelato ile harika bir sıcak-soğuk dengesi kuruyordu. Smokestak gibi yoğun aromalı bir yemek sonrası, bu tarz rahatlatıcı bir kapanış gerçekten yerinde oldu.
Servis hızlı, sıcak ve oldukça deneyimli. Mekanın atmosferi ise enerjik, samimi ve elbette yoğun bir barbekü kokusuyla dolu — buradan çıktıktan sonra üzerinizde bir miktar “Smokestak anısı” taşımanız kaçınılmaz.
Michelin rehberinin de belirttiği gibi, burada etlerin işlenmesinde olağanüstü bir detaycılık söz konusu.
Ama Smokestak yalnızca etleriyle değil, yan ürünleri ve tatlılarıyla da keyifli bir deneyim sunuyor.
Eğer Londra’da gerçek anlamda etkileyici bir barbekü deneyimi arıyorsanız, Smokestak listenizin başında olmalı.

Adres: 35 Sclater St, London E1 6LB
Menü ve Rezervasyon: smokestak.co.uk

OMA LONDON

Borough Market’ın tam kalbinde, modern Yunan mutfağının Londra’daki en etkileyici temsilcilerinden biri: OMA London.
2023’te açıldığı günden itibaren hem yerel halkın hem de şehri ziyaret edenlerin favorisi haline gelen OMA, bugün Michelin yıldızlı restoranlar arasında en iyi fiyat/performans dengesine sahip duraklardan biri olarak öne çıkıyor.
Açıkçası yıl içinde sık sık Yunanistan’a gittiğimiz için, Londra’da Yunan mutfağı denemek konusunda ilk başta biraz tereddütlerim vardı. Ancak OMA’nın, sevdiğimiz bu mutfağın modern ve yaratıcı bir yorumu olduğunu duyunca şans vermek istedik — ve iyi ki de aylar öncesinden rezervasyon yaptırmışız.
(Özellikle hafta içi bile kalabalık olduğunu düşünürsek, erken rezervasyon kesinlikle şart.)
OMA’da menü, küçük paylaşım tabakları ve büyük ızgara/graten tabaklar etrafında şekilleniyor.
Bir de giriş katında, daha bar atmosferinde çalışan ve çeşitli içeceklerle küçük atıştırmalıklar sunan ayrı bir bölümleri bulunuyor — oraya da bir sonraki gelişimizde mutlaka uğramayı düşünüyoruz.
Gelelim yediklerimize:
Başlangıçta wildfarmed laffa ve açma verde ile başladık — dürüst olmak gerekirse bu iki ekmek, tüm yemeğin yıldızıydı. Özellikle açma, hafif otlu aroması ve yumuşacık dokusuyla akıllarda kaldı.
Sonrasında seçtiklerimiz:
* Tarama, pickled cucumber, carob rusk — klasik bir Yunan taraması, ferahlatıcı turşu dokunuşuyla güncellenmişti.
* Babaghanoush, tahini, jerusalem artichoke crisps — tütsülenmiş patlıcanın derin lezzetiyle çok başarılı bir eşleşme.
* Tuna ceviche, avocado, tamari — taptaze, narenciye aromalı bir tabak; hafif ve dengeli.
* Charred lamb belly, hummus, shallot + mint salata — kuzunun yoğunluğu, humus ve nane-frenk soğan salatasıyla dengelenmişti, sofradaki favorilerden biri oldu.
* Oxtail giouvetsi, bone marrow, beef fat pangrattato — dana kuyruğuyla yapılan geleneksel Yunan güvecinin modern bir yorumu; kemik iliği ve aromalı ekmek kırıntıları ile servis edilen bu tabak hem yoğun hem de unutulmazdı.
Menü genelinde malzeme kalitesi ön plandaydı; mutfakta her detayın özenle düşünüldüğü çok net hissediliyordu.
İçerideki atmosfer ise oldukça enerjik: modern tasarımlı bir teras, yüksek tempolu bir mutfak ve genç, sıcakkanlı bir servis ekibiyle tam bir şehir restoranı kimliği taşıyor.
Şarap listesi de özellikle etkileyiciydi: çoğunluğu Yunanistan’ın yerel üzümlerinden seçilmiş, rafine ve özgün bir koleksiyon sunuyorlar.
Michelin rehberinin de belirttiği gibi, OMA’da yemekler fazla komplike değil; sadelik ve lezzet ön planda.
Tatlar temiz, tabaklar paylaşmaya uygun ve atmosfer rahat. Kalabalık, turistik bir bölgede yer almasına rağmen yemek kalitesi beklentileri fazlasıyla karşılıyor.
Eğer Londra’da Yunan mutfağının modern bir yorumunu, kaliteli malzemelerle ve uygun fiyatlarla deneyimlemek istiyorsanız, OMA mutlaka listenizde olmalı.

Adres: 2-4 Bedale St, London SE1 9AL
Menü ve Rezervasyon: omalondon.co.uk

THE TAMIL PRINCE

The Tamil Prince: Hint mutfağı ve Londra pub kültürünün kusursuz bir buluşması.
Eski bir mahalle pub’ının yeniden hayat bulmasıyla açılan bu sıcak ve enerjik mekan, Tamil Nadu mutfağından ilham alıyor ama zaman zaman Hindistan’ın diğer bölgelerine de lezzetli bir yolculuğa çıkıyor.
The Tamil Prince, kardeş işletmesi The Tamil Crown ile birlikte şehrin yeni favorilerinden biri haline gelmiş durumda.
Mekanda küçük tabaklar, büyük paylaşımlık yemekler ve yanlarına seçebileceğiniz nefis ekmekler ya da pilavlarla tam bir ziyafet kurmanız mümkün.
Biz buraya öğle yemeğinde geldik ve şu tabakları denedik:
* Onion bhaji with mint chutney
* Dal makhani
* Thanjavur chicken curry
* Paneer butter masala
* Robata lamb chops
* Buttery, flaky roti
* Coconut pilau rice
Yemek deneyimimize gelirsek:
Onion bhaji, dışı çıtır çıtır, içi hafif ve aromatikti; yanında gelen nane sosu ile mükemmel bir eşleşme sağladı.
Dal makhani ve Thanjavur chicken curry mükemmel dengelenmiş baharat profilleri ve yumuşacık dokularıyla bizi çok etkiledi.
Özellikle Paneer butter masala, hafif tatlımsı sosu ve pürüzsüz dokusuyla, masadaki favorilerden biri oldu.
Ancak günün açık ara yıldızı kesinlikle buttery, flaky roti idi.
Bu tereyağlı ve kat kat açılmış roti ekmeği, özellikle curry’lerle birlikte o kadar uyumluydu ki, bir değil birkaç tane daha söylemek istedik.
Sadece roti için bile tekrar gidilebilir!
Ana yemek olarak denediğimiz Robata lamb chops ise, her ne kadar lezzetli olsa da, diğer tabakların yanında biraz geri planda kaldı.
Kesinlikle kötü değildi ama eğer menüde seçim yaparken bir öncelik listesi yapmak gerekirse, lamb chops son sıralarda yer alabilir.
Burada bir de bar kısmı oldukça kuvvetli.
Kokteyllerden Tamil Negroni, Ginger Paloma ve Gunpowder Margarita denedik; hepsi de aromatik ve dengeliydi.
Hint baharatlarıyla harmanlanmış bu kokteyller, yemek deneyimine ekstra bir boyut katıyor.
Ufak bir not:
Mekanda menüden daha fazla ürün sipariş etmeniz için sizi biraz yönlendirebiliyorlar.
İlk kez gelenler için akılda bulundurulması gereken bir detay — masayı çok fazla doldurmadan seçici sipariş vermekte fayda var.
Servis hızlı, ortam samimi ve mekan her daim canlı.
Modern Londra ruhunu, geleneksel Hint tatlarıyla buluşturan bir deneyim arıyorsanız The Tamil Prince kesinlikle listenizde olmalı.

Adres: 71 Wilton Way, London E8 1BG
Menü ve rezervasyon: thetamilprince.com

THE BARBARY

Neal’s Yard’ın gizli köşelerinden birinde yer alan ve Kuzey Afrika mutfağından ilham alan küçük ama enerjik bir restoran: The Barbary.
Sadece 24 kişilik çinko kaplı uzun bir bar etrafına dizilmiş tabureleriyle, bu mekânda herkes, robata ızgarası ve tandoor fırını çevresinde sıcak ve samimi bir atmosferi paylaşıyor.
Mutfağın merkezinde ateş var; ahtapottan karnabahara kadar her malzeme isli, közlenmiş ve yoğun aromalı bir formda sunuluyor.
The Barbary, sade ve doğrudan lezzetlerin mükemmel bir yansıması. Michelin rehberinde Bib Gourmand ödülü alarak iyi yemek, iyi fiyat dengesini yakalayan restoranlardan biri.
Biz burada:
* Naan e Barbari
* Whipped Cod’s Roe, spring onion, za’atar
* Grilled Halloumi, garlic, lemon, chili
* Moroccan Cigars
* Chicken Qahwa denedik.
Grilled halloumi, sarımsak ve limon aromasıyla mükemmel bir açılıştı: köz kokusuyla birleşen yoğun tuzlu tat, beklentimizi hemen yükseltti.
Yanında sipariş ettiğimiz Naan e Barbari ise dumanlı aroması ve yumuşacık yapısıyla tek başına bile etkileyiciydi.
Whipped Cod’s Roe, yani çırpılmış morina balığı havyarı, spring onion ve za’atar ile servis edildi. İpeksi dokusu, hafif tuzlu aroması ve taze soğan ile zahter baharatının kattığı ferahlıkla sofradaki en rafine tabaklardan biriydi.
Ardından gelen Moroccan Cigars, çıtır dış katmanı ve içindeki baharatlı dolgusuyla adeta bir ısırıkta seyahate çıkarıyordu.
Ana tabakta tercih ettiğimiz Chicken Qahwa, kahve ile kaplanmış tavuğun Urfa biberi acılığı ve közlenmiş lahana ile dengelendiği, kompleks ama aşırıya kaçmayan bir lezzetti. Tavuk çok çok iyi pişmişti.
Eşlikçi olarak Saffron Negroni tercih ettik.

The Barbary küçük, gürültülü, kalabalık ve enerjik bir mekan; ancak bu karmaşa burada yemeğin ayrılmaz bir parçası gibi hissettiriyor.
Servis oldukça hızlı ve sıcakkanlı.
Mekan gerçekten samimi olduğu için rezervasyon alınmıyor, yoğun saatlerde sıra beklemek gerekebiliyor.

Dukkah, harissa, zhoug gibi Kuzey Afrika ve Ortadoğu aromaları sıkça karşınıza çıkıyor.
Her tabak, ateşin ve baharatların büyüsünü çok iyi yansıtıyor.

The Barbary, sadece yemek yemek için değil; Londra’da küçük ama karakter dolu bir gastronomi deneyimi yaşamak için ideal bir adres.

Adres: 16 Neal’s Yard, London WC2H 9DP
Menü ve Rezervasyon: thebarbary.co.uk

DISHOOM KENSINGTON

Londra’nın en popüler restoran zincirlerinden biri olan Dishoom, şehirde neredeyse her mahallede farklı bir şubesiyle karşımıza çıkıyor.
Her şubenin menüsünde o mekâna özel birkaç farklı tabak bulunuyor, bu da her şubenin ufak bir karakteristik havası olmasını sağlıyor.
Google Maps’te 25.000-30.000 arasında yoruma sahip mekanların genellikle turist tuzağı çıkmasından dolayı başta biraz tereddütlüydük, ama yine de Kensington şubesine rezervasyon yapıp, deneyimlemek istedik.
Kensington şubesi, diğer bazı Dishoom şubelerine göre daha sakin bir atmosfere sahip.
Mekân oldukça büyük; adeta eski bir Amerikan diner’ına ışınlanmış gibi hissettiriyor — geniş salonlar, nostaljik detaylar ve yüksek tavanlı, ferah bir tasarım.
Hizmet konusunda ise kesinlikle iyi bir deneyim yaşadık: çalışanlar ilgili, hızlı ve oldukça profesyoneldi.
Yemek tarafına geldiğimizde, şunları denedik:
* Okra Fries
* Gunpowder Potatoes
* Tandoori Lamb Chops
* Naan ve Paratha
* Chicken Berry Biryani
* Dishoom Chicken Tikka
Özellikle Okra Fries ve Gunpowder Potatoes, başlangıç için keyifli seçeneklerdi; her ikisi de iyi kızartılmış ve bol aromalıydı.
Tandoori Lamb Chops hafifçe köz aromalı, yumuşak ve dengeliydi.
Dishoom Chicken Tikka da lezzetli ve iyi marine edilmişti.
Ana yemeklerden Chicken Berry Biryani, biraz daha ağır ve baharat dengesi açısından daha klasik bir profile sahipti.
Naan ve paratha ekmekleri ise sofraya sıcak ve yumuşak geldiler; yemeklerin en iyi eşlikçilerindendi.
Yemeklerin genel kalitesi için şunu söyleyebiliriz:
Tamil Prince gibi daha özgün, daha karakterli Hint restoranlarıyla karşılaştırınca Dishoom’un tabakları daha güvenli ve daha “genel beğeniye hitap eden” bir çizgide.
Ancak bu kadar büyük ve zincir bir işletme için, beklentimizin üstünde bir lezzet deneyimi sundukları da bir gerçek.
Yine de atmosferi ve müşteri profili itibarıyla Dishoom’un turistik bir mekan olduğunu söylemek gerek.
Daha otantik bir Hint mutfağı deneyimi arayanlar için başka alternatifler önerilebilir; fakat rahat bir ortamda iyi servisle, Londra’daki Hint mutfağının modernize edilmiş bir versiyonunu denemek isteyenler için hala güvenli bir seçenek.
Adres: 4 Derry St, Kensington, London W8 5SE
Menü ve rezervasyon: dishoom.com

MANGAL 2

Dalston’un arka sokaklarında, Londra’nın ilk ocakbaşı restoranlarından birinin devamı niteliğinde modernleşen bir Türk mutfağı: Mangal II.
1987’de İstanbul’dan Londra’ya taşınan Ali Dirik’in kurduğu bu kült ocakbaşı, bugün oğulları Ferhat ve Sertaç Dirik’in vizyonuyla bambaşka bir kimliğe bürünmüş durumda.
Klasik bir ocakbaşı deneyiminden çok daha rafine bir anlayışla yönetilen Mangal II, geleneksel köklerine bağlı kalarak günümüz Londra’sının küresel ve yaratıcı mutfak sahnesine uyum sağlamayı başarıyor.
Bugün, detay odaklı şık bir atmosferde, kaliteli İngiliz üreticilerden tedarik edilen malzemelerle hazırlanmış, sezon odaklı bir menü sunuyorlar.
Biz Mangal II’de, kişi başı £50 fiyatlı bir set menü tercih ettik.
Bu menü oldukça doyurucu ve yaratıcı sunumlarla geliyor.
Başlangıçlardan itibaren masamıza şu tabaklar geldi:
* Cull Yaw Fat Sourdough Pide
* Sourdough Pide with Cultured Kaymak Butter
* Cull Yaw Köfte with Grilled Apple
* Oyster with Plum Ezme and Purple Basil
* Smoked Humus and House Pickles
* Courgette Mücver with Celeriac Cream and Pickled Fennel
* Grilled Blooming Onion Salad

Tercih ettiğimiz ana yemekler:
* Mushroom Mantı
* Grilled Cornish Chicken and Beyti oldu.
* Tatlı olarak Tahini and Apple Tart with Mahlep Cream
Deneyimimize gelirsek:
Başlangıçta servis edilen Cull Yaw Fat Sourdough Pide, açıkçası beklediğimizden çok daha yağlıydı.
Özellikle pidede kullanılan yağın yoğunluğu, yemek deneyimine biraz ağır bir giriş yapmamıza sebep oldu ve bitirmekte zorlandık.
Bu ilk izlenim biraz hayal kırıklığı yaratmış olsa da, ardından gelen tabaklar lezzet açısından daha dengeliydi ve yemeği toparlamayı başardı.
Özellikle:
* Smoked Humus ve House Pickles tabağı, kremamsı humus ve ev yapımı turşularıyla çok başarılıydı.
* Courgette Mücver, beraberindeki celeriac kreması ile lezzetli ve hafif bir tabaktı.
* Grilled Blooming Onion Salad ise köz aromalı soğan dokusuyla masada keyifli bir denge yarattı.
Ana yemeklerde:
* Grilled Cornish Chicken and Beyti, klasik ocakbaşı geleneklerinden ilham almış ve başarılı bir tabaktı.
* Mushroom Mantı ise, yoğun mantar dolgusu ve hafif kremamsı sarımsaklı yoğurt sosu ile modern ama lezzetinden ödün vermeyen bir mantı yorumu.

Tatlı olarak gelen Tahini and Apple Tart with Mahlep, beni çok etkileyen bir tatlı olmadığını itiraf etmem gerek, zaten çok tatlı sevmeyen biri olarak benim için fazla şekerli kaldı.
Mekânın dekorasyonu ve genel atmosferi ise adeta bir İstanbul’da bir ocakbaşı hissi veriyor:
Alçak tavanlar, sıcak ışıklar, ahşap detaylar ve dip dibe masalar ile kendimizi Türkiye’de bir ocakbaşında gibi hissettik.

Adres: 4 Stoke Newington Rd, London
Menü ve rezervasyon: mangal2.com

Arama